TBMM BAŞKANI ŞENTOP “PARLAMENTOLAR, GÖÇ VE MÜLTECİLERE İLİŞKİN MUTABAKATLAR, DAHA GÜÇLÜ ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ VE ULUSAL UYGULAMA NASIL SAĞLANIR?”TBMM BAŞKANI ŞENTOP “PARLAMENTOLAR, GÖÇ VE MÜLTECİLERE İLİŞKİN MUTABAKATLAR, DAHA GÜÇLÜ ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ VE ULUSAL UYGULAMA NASIL SAĞLANIR?”

TBMM BAŞKANI ŞENTOP “PARLAMENTOLAR, GÖÇ VE MÜLTECİLERE İLİŞKİN MUTABAKATLAR, DAHA GÜÇLÜ ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ VE ULUSAL UYGULAMA NASIL SAĞLANIR?”

Parlamentolar Arası Birlik Başkanı Duarte Pacheco, Saygıdeğer Parlamento Başkanları, Başkan Vekilleri,

Milletvekilleri, Değerli Katılımcılar, Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum. Türkiye’ye, medeniyetlerin buluşma; tarihin kesişme noktası İstanbul’a hoş geldiniz.

Siz değerli katılımcılarla burada, İstanbul’da, günümüzün en önemli ve en acil çözüm bekleyen küresel meselelerinden biri olan göç olgusunu ele almak üzere bir araya gelmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum.

“Parlamentolar, Göç ve Mültecilere İlişkin Mutabakatlar: Daha Güçlü Uluslararası İşbirliği ve Ulusal Uygulama Nasıl Sağlanır?” başlığı altında gerçekleştireceğimiz konferansın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bu konferansın, çağımızın en yakıcı meselelerinden birisi olan küresel göç konusunda hepimiz için yol gösterici olacağına inanıyorum.

Konferans fikrini hayata geçirmemizde bize destek veren Parlamentolar Arası Birlike; katılımcı 54 ülkeye ve değerli temsilcilerine, uluslararası kurum ve kuruluşlara ve yine bugün aramızda bulunan diğer katılımcılara en içten şükranlarımı sunuyorum.

Hepinize can-ı gönülden hoş geldiniz diyorum. Bugün, bu Konferans vesilesiyle burada bulunmamızın en temel amacı, karşı karşıya kaldığımız küresel göç olgusunu insanî, vicdanî ve ahlâkî değerler merkezinde ele almak ve bu soruna herkesi kucaklayıcı, kapsayıcı ve sürdürülebilir çözüm önerileri sunmak üzere müzakerelerde bulunmaktır.

Umuyorum ki, iki gün sürecek Konferansımız; küresel göç konusunda bu anlamda bir perspektif çizmemize ve ayrıca kaynak, transit ve hedef ülkelerin iş birliği yapabileceği alanları belirlememize yardımcı olacaktır.

Bu küresel meseleye, hakkaniyet ilkesi çerçevesinde sürdürülebilir çözüm önerileri sunmanın ve bunun üzerinde samimiyetle çalışmanın tartışmasız bütün insanlığın öncelikle ahlâkî ve vicdanî sorumluluğu olduğunu, hepimizin insanlığa karşı borcu olduğunu düşünüyorum.

Elbette, konu hakkında çabalarımızı ortaya koyarken ırk, din, inanç, dil, etnik köken ve renk ayrımı yapmadan, bütün insanların eşit olduğunu, sorunun bütün insanlığın sorunu olduğunu ve çözümünde bütün insanlığın yararına olduğu sürece mümkün ve sürdürülebilir olabileceğini akılda tutarak hareket etmeliyiz.

Bu meseleye yaklaşırken göçmenler, mülteciler ve sığınmacılar için insan haysiyetine, insan onuruna ve şerefine yakışır bir hayatın nasıl kurulabileceği üzerinde düşünmek zorundayız. Bu insanların kendi vatanlarında insanca ve güvenli bir şekilde nasıl yaşayabilecekleri; yaşanılmaz hale getirilen, sömürülen ve yağmalanan bu ülkelerin nasıl yeniden yaşanılabilir bir hale getirilebileceği ve bunun imkânları üzerinde kafa yormalıyız.

Saygıdeğer Hâzırûn,

Düzensiz ve zorunlu göç olgusu bugün ülkelerin veya bölgelerin sorunu olmaktan çıkmış; bütün dünyanın sorunu haline gelmiştir.

Göç meselesi bize bütün insanlığın kaderinin, geleceğinin ortak olduğunu gösteren bir meseledir. Göç, küreselleşen dünyada bütün insanların barış içinde yaşaması, istikrarı, kalkınması, refahı ve geleceğinin ne kadar birbiriyle bağlantılı olduğunu bir kez daha güçlü bir şekilde teyit etmiştir.

Karşı karşıya olduğumuz bu ortak sorunun çözümüne katkıda bulunmak ve ortak bir gelecek, ortak bir istikbal için; birlikte, dayanışma içinde ve iş birliğini esas alarak samimiyetle mücadele etmek zorundayız.

Göç olgusu; yeni dayanışma ve iş birliği mekanizmalarının inşa edilmesi ve daha âdil bir dünyanın kurulması için de bir vesile olabileceğini düşünüyorum. Sığ çıkar hesaplarının bir kenara bırakılması ve bütün insanları kucaklayıcı yeni bir uluslararası sistemin ve düzenin kurulması için bir vesile olmasını temenni ediyorum. Göç olgusunu; yeni bir paradigmanın kurulması için itici bir etken olarak görüyorum.

Bugün küresel göç meselesi; uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, ekonomi, hukuk bilimi, sosyoloji, kültürel çalışmalar, antropoloji ve insan hakları gibi alanların en önemli konuları arasında kendisine yer bulmaktadır.

Bu olgu, insanlığın yeni bir döneme girdiğini, artık yeni bir çağa uyandığımızı ve buna bağlı olarak dünyaya, gezegene ve toplumsal, ekonomik ve siyasal dinamiklere yeni bir perspektifle yaklaşmamız gerektiğini bize her gün hatırlatmaktadır.

Küresel düzeyde yaşanan bu hareketliliğin, devletlerarasındaki bir etkileşimin çok ötesinde boyutları bulunmaktadır ve niteliği itibariyle ulusal sınırları aşan bir meseledir. Meselenin küresel niteliği kadar yerel dinamiklerinde göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Bu nedenle, göç olgusunu ele alırken küreselleşme olgusunu dikkate alarak bütüncül ve aynı zamanda disiplinler arası bir yaklaşımı merkeze almalıyız.

Her şeyin kökten değiştiği bu zamanda ikili, bölgesel ve küresel iş birliği mekanizmalarını gözden geçirmek ve geçmiş dönemin paradigmalarıyla kurulmuş olan ancak bugünün sorunlarına çözüm üretemez hale gelen köhnemiş ve tarafgir kuruluşları çağın gerçeklerine uygun olarak yeniden şekillendirmek gerekiyor.

Zira bu kuruluşlar, “öteki” olarak addettiği toplumların dertlerini anlamak ve bunlara çözüm üretmek; yerine bazı ülkelere sadece sorumluluklar yükleyecek bazılarına ise her şeyi hak görecek bir fonksiyon icra ediyorlar.

Mevcut uluslararası kuruluşların demokratik dönüşümü sağlanmadan ne küresel göç meselesine ne de insanlığın bugün karşı karşıya kaldığı diğer meselelere gerçek anlamda çözüm bulunabilir. Bugün bu kuruluşlar, düzensiz göç meselesi gibi küresel sorunlara çözüm bulmak bir yana, bizatihi kendileri bir kriz haline gelmişlerdir.

Dolayısıyla, bu küresel ve ulus aşırı meselenin sağlıklı ve sürdürülebilir bir şekilde ele alınması da bütün ülkelerin ve bütün insanlığın içinde yer aldığı; herkesin hakiki manada adil bir şekilde temsil edildiği; kapsayıcı, demokratik ve şeffaf uluslararası kuruluşların ve iş birliği mekanizmalarının oluşturulmasını şart koşmaktadır.

Değerli Konuklar,

Bugün küresel ölçekte yaklaşık 300 milyondan fazla insan savaş, terör, şiddet, zorla yerinden edilmeler, açlık, yoksulluk, eşitsizlik, doğal afetler, iklim değişikliği, kuraklık ve daha birçok farklı mücbir sebeplerle eşini, dostunu, mülkünü, evini, yurdunu terk ederek uluslararası sınırları aşmakta ve dünyanın çeşitli yerlerinde çocuklarının gelecekleri için bir hayat kurmanın peşinde koşmaktadır.

Milyonlarca vatansız insan, hiçbir vatandaşlık haklarından yararlanmadan, temel insanî ihtiyaçlarını karşılayamadan çeşitli yerlerde sığınma aramaktadır.

Milyonlarca sığınmacı, milyonlarca mülteci yeni bir hayat umuduyla vatanlarını terk edip başka ülkelerde bir yaşam kurmaya sürüklenmektedir. Bu insanların çok önemli bir kısmı henüz 18 yaşını doldurmamıştır. Çok önemli bir kısmı savunmasız çocuklar ve kadınlardır. Bu insanlar çoğu zaman ölümü dahi göze alarak yollara düşmekte; insan ticareti yapan çetelerin kurbanı olmakta, aç bırakılmakta ve tehdit edilmektedir. Ne yazık ki zaman zaman denizlerde boğulmakta, ölmekte ya da öldürülmektedir.

Aslına bakılırsa, bugün sığınmacıların çok azı Avrupa’da bulunuyor. Bu insanların çok büyük bir bölümü gelişmekte olan ülkelere veya komşu ülkelere sığınıyor.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin verilerine göre, sığınmacıların yaklaşık yüzde 85’i gelişmekte olan ülkelere gitmektedir. Yine, mültecilerin yaklaşık yüzde 73’ü komşu ülkelerde misafir edilmektedir.

10 yıldır yoğun bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalan Türkiye, hâlihazırda en çok sığınmacıyı barındıran bir ülke konumundadır. Hâlihazırda 5 milyona yakın insan ülkemize sığınmış bulunmaktadır.

Şunu rahatlıkla ifade edebilirim. Türkiye olarak, biz bu insanların başta insanî, sosyal, barınma ve eğitim olmak üzere her türlü ihtiyaçlarını tek başımıza karşılamaya çalışıyoruz. Bu insanların dertlerine derman olmaya çalışıyoruz.

“Türkiye olarak, insanlığın onurunu, haysiyetini ve vicdanını tek başımıza koruyoruz” dersem çok iddialı bir cümle kurmuş olmam maalesef.

Dünyanın neresinde olursa olsun, bir mazlumun derdine deva olmak için, insan onuru için elimizden gelen her şeyi yapmaya devam edeceğiz. Küresel göç meselesine ve göçmenlerin sorunlarına yönelik çözüm stratejileri için çaba göstermeye devam edeceğiz.

Türkiye bu anlamda, küresel göç meselesinin nasıl ele alınması gerektiği hususunda bütün ülkelere örnek teşkil etmektedir.

Türkiye’nin bu birikimi ve tutumu, küresel göç konusundaki akademik çalışmalarda haklı olarak iyi uygulama örnekleri olarak yerini alacak; bu yaklaşımı insanlık tarihinin sayfalarına altın harflerle yazılacaktır.

Öte yandan şunu vurgulamakta fayda görüyorum. 2014 yılından bu yana en fazla sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapan ülke olarak bu yükün uluslararası toplum tarafından maalesef hakkaniyete uygun şekilde paylaşılmadığını görüyoruz. Sebep olanlar; sebep oldukları sorunlara sırtını dönmektir.

Türkiye bu göçün müsebbibi bir ülke değildir. Bu insanlar, kendi ülkelerini yaşanmaz hale getirenlerin sebep oldukları yıkımlardan kaçıp yaşanabilir bir ülke olan Türkiye’ye gelmektedirler. Türkiye bu insanlara kucak açmıştır.

Göç meselesi Türkiye’nin sorunu olmadığı gibi, bu sorunun maddi ve manevi külfetinin de Türkiye’nin omuzlarına yıkılması büyük bir haksızlıktır. Bu sorunun külfetini birkaç ülkenin sırtına yüklemeye çalışmak riyakârlıktır, izansızlıktır.

Demokrasi, insan hakları ve uluslararası hukukun sözde havariliğini yapan devletlerin bugün göçmenler söz konusu olduğunda ulusal hukuk düzenleri ile uluslararası insan hakları hukuku arasında uyum aramayı bir kenara bıraktıklarına şahit oluyoruz.

Bu ülkeler bırakın demokrasi ve insan haklarını, temel insanî değerleri dahi rahatlıkla ayaklar altına alabiliyor; utanç verici uygulamalara imza atıyor veya bütün bunlara göz yumuyor; kulak tıkıyorlar.

Tıpkı komşumuz Yunanistan’ın yaptığı gibi hak ve hukukun öznesi olarak görmedikleri göçmenlerin botlarını batırmaktan çekinmiyorlar; geri itme politikalarını devreye sokmaktan imtina etmiyorlar.

Savunmasız insanlara silah doğrultmaktan ve hatta açlığa, soğuğa, ölüme terk etmekten geri durmuyorlar. Avrupa Birliği de bu insanlık dışı muamelelere gözlerini kapatıyor ve hatta zaman zaman aleni veya zımnî bir şekilde bunları destekliyor.

Vicdan sahibi insanların, son yıllarda Akdeniz’de olan bitene şöyle bir göz atması yeterli olacaktır. Avrupa’da son yıllarda karşı karşıya olduğumuz geri itme hadiseleri maalesef yaygın bir uygulama haline gelmiş durumda.

Ege Denizi’nde 2020 yılından bu yana yaklaşık 40 bin düzensiz göçmeni geri itmelerden kurtardık. Bugün Batılı devletlerin, insan haklarından bahsetmeden evvel, Akdeniz’de geri itmeler sonucu donan, boğulan göçmenlere ve göçmenlerin sahillere vuran cansız

bedenlerine bakarak “insan” ve “hak” kelimelerini kullanmaktan utanmaları gerekir.

Avrupa’nın, Yunanistan’ın göçmenlere yönelik bu insanlık dışı saldırılarına göz yumması ve hatta FRONTEX gibi mekanizmalarla bu tarz uygulamaları desteklemesi bir ihmalkârlık olarak görülmemelidir.

Birleşik Krallık bugün ülkesindeki sığınmacıları Afrika’daki ülkelere göndererek göç sorununu üçüncü ülkelere “ihraç” ediyor.

Hatta ülkesindeki sığınmacıları Ruanda’ya taşıması öngörülen uçuşun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından iptal edilmesi kararını müteakip Birleşik Krallık, söz konusu kararı kınayarak Mahkemenin yetkisini aştığını öne sürüyor. Ayrıca, Mahkeme kararına ve İngiliz hükûmetine yönelik bütün eleştirilere rağmen sığınmacıları Ruanda’ya göndereceğini ifade ediyor.

Birleşik Krallık, göçmenlere yönelik bu utanç verici kararından dönmeyeceğinden ısrar ederek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden çekilmeyi dahi tartışır hale geldi.

Fransa’da göçmen, yabancı ve İslam düşmanlığı bugün öyle bir boyuta vardı ki, işi “Avrupa İslamı”, “Avrupa Müslümanlığı”nı inşa etmek gibi ilkel bir boyuta taşıdılar.

Avrupalı ülkeler, Ukrayna’daki savaşla birlikte ortaya çıkan ani göç hareketi ve mülteci dalgası karşısında, bu ikiyüzlü ve ayrımcı politikalarını bir kez daha ortaya koydular.

İnsan haklarından ve hukuktan dem vuranlar; göçmenlerin rengine ve kimliğine göre farklılaşan politikaları hemen devreye soktular. Avrupa ülkeleri; bir taraftan Afrikalı, Orta Doğulu, Asyalı, Amerikalı göçmenleri sınır dışı ederek veya onları üçüncü ülkelere “ihraç” ederek, geri itmelerle caydırmaya ve yıpratmaya çalışarak, göçmenlere karşı zor kullanarak ve kriminalize ederek onlardan “kurtulmanın” ve sorumluluktan kaçmanın yolunu ararken, diğer taraftan Ukrayna’daki savaştan kaçan mültecilerin maliyetlerini hesaplamaya koyuldular.

Bir dünya görüşü, bir zihniyet sorunuyla karşı karşıyayız. Kendisini her daim haklı ve imtiyazlı; öteki olarak gördükleri halkları ise yalnıza sorumlu ve borçlu olarak gören bir zihniyetin dışa vurumuna şahit oluyoruz.

Ülkesindeki mültecileri üçüncü ülkelere “ihraç” eden bu güya medeni ve insan haklarına saygılı ülkeler; bugün büyük bir ahlâkî krizin içindedirler, insanî değerleri bilinçli olarak ayaklar altına almaktadırlar.

Bunlar, yaşadıkları akıl tutulmalarını idrak etmekten ve bununla yüzleşmekten de oldukça uzak görünmektedirler. Göçmenlere, küresel göç olgusuna ve insan hareketliliğine yaklaşımlarında eşitlik ve adalet ilkesini unutan; yükselen yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslâm düşmanlığına kulaklarını tıkayan; göçmenleri ten rengine, ırkına, diline, etnik kökene ve dinine göre ayırıp ırkçı ve ayrımcı tutumlar sergileyen bu zihniyet insan hakları ve eşitlikten bahsedemez. Bu bir insanlık, ahlak ve vicdan krizidir.

Değerli Katılımcılar;

Hiç şüphe yok ki, bu ırkçı, ayrıştırıcı ve göçmen karşıtı zihniyet yeni değildir. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve ötekileştirme gibi hastalıklı yaklaşımların geride kalmadığını görüyoruz.

Bu sorunların göç ve göçmenlere yönelik tutumlarda ve daha birçok farklı vesilelerle tekrar tekrar karşımıza çıktığını müşahede ediyoruz. Bu zihniyetin, bu paradigmanın bir tarihselliği var. Bu zihniyetin geliştiği tarihsel ve fikrî dinamiklere eğilmek gerekir.

Irkçı, emperyalist ve sosyal Darwinist zihniyet kalıpları, şüphesiz Modern Avrupa kimliğinin oluşumunda son derece etkili olan bileşenlerdir. Bugün göçmenlere yönelik insanlık dışı bu uygulamalarda tekrar tekrar karşımıza çıkan bu zihniyet, Avrupa-Merkezci veya Batı- merkezci paradigmanın dayattığı oryantalist yaklaşımın bir yansımasıdır.

Bu zihniyet, Batı dışı dünyayı nesne olarak görürken, sadece Avrupalı beyaz “adamı” insan haklarının öznesi olarak görmektedir.

Bu utanç verici politikaların, bu paradigmanın, bu zihniyetin günümüzde küresel göç sorununu çözmesi ve günümüz dünyasını anlaması mümkün değildir.

Bilakis bunlar sorundan kaçmanın, sorunu tırmandırmanın ve sorunu başka ülkelere havale etmenin, “ihraç” etmenin yöntemleridir.

Avrupa; sebep olduğu yıkımların, sömürülerin ve talanların sonuçlarından kaçmamalıdır. Bu yolun sonuna gelindiğini artık idrak etmelidir.

Değerli misafirler,

Ancak ve ancak hepimiz taşın altına elimizi koyduğumuzda, bu meseleyi birlikte, hakkaniyetle ve adil bir şekilde ele aldığımızda, zorunlu ve düzensiz göç sorununu çözebilir, onu yönetebilir bir noktada tutabiliriz.

Bugün bu amaç için buradayız. İki gün süresince 6 farklı panelden oluşacak konferansımızda göç olgusunu tüm bu boyutlarıyla ele alma imkânı bulacağımıza, bu alandaki tecrübelerimizi ve beklentilerimizi birbirimize aktaracağımıza inanıyorum.

Farklı kurumlarımızın temsilcileri de ülkemizin bu alandaki tecrübesini sizlerle paylaşmak için burada bizlerle olacaklar.

Bu vesileyle, buradaki çalışmalarımızın ve istişarelerin küresel göç meselesini ve göçmenlerin sorunlarını ele alma noktasında yol gösterici olacağını umut ediyorum.

Oturumlara katkıda bulunan bütün değerli misafirlerimize şimdiden şükranlarımı sunuyorum.

Konferansa teşrif eden bütün katılımcılara ve değerli basın mensuplarına başarılar diliyor; desteklerini sunan bütün dostlara tek tek teşekkür ediyorum.

Yayınlanma Tarihi : 21/6/2022 20:45

 

internet sitemiz


nasıl olmalı
iyi
güzel
güncellenmesi gerek
gazt